MAHMUT ABDURRAHMANOĞLU

Dedem, 1930'larda Bismil ilçe merkezinde, Türkçe bilmedikleri için konuşamadıklarını, hatta belediye zabıtaları tarafından bile, Dicle nehrine kadar kovalandıklarını, tokatlandıklarını, hele hele o tarihlerde Diyarbakır şehir merkezine gelmeye çok korktuklarını anlatırdı. Türkçe bilmeyenlerin bürokrasiden, jandarmadan ne kadar ürktüklerini hep anlatırdı.

Dedem Yenişehir Sineması ile orduevini ayıran duvarın önünde durup gizlice Fatiha okurdu. Yıllar önce öğrendim ki orada Şeyh Seid ve arkadaşları yatarmış. Yıllar sonra TRT Şeş açıldı, birçok kişiden şu cümleyi işitmişimdir: "İlk defa kendimi bir vatandaş olarak hissetim"

Hayatı anlamak, zordur. Anlama ve anlaşılma çabası, daha da zordur. Bazen duygu seli içinde kalırız, boğazımız düğümlenir; yürürüz yine. Fersude hâle gelmiş sözler, bir nehir taşkınlığında yıkılan kerpiç evler: "Anlamak fiilinden meşaleler yapılmalı: yeryüzünde birbirimizi görebilmek için..." (Nuri Pakdil, Klas Duruş)

Hayatın neresinden tutabiliriz ki? Ellerim boş, kelimelerim anlamsız, sözlerim faydasız, paragraflarım bağlantısız, yazılarım tatsız ve yavan... Köyümüz Diyarbakır ile Bismil ilçesi arasında, Dicle kenarında. Köyün arazileri çok verimli; ama arazilerin hemen hemen hepsi bir "efendi"ye aitti.

DİYARBAKIR'DA MÜLKİYET REJİMİ

Diyarbakır ve çevresinde 4 çeşit mülkiyet rejimi vardır:

Efendi ya da beg köyü: "1858 tarihli fermanla", 1900'lerin başında bu mıntıkaya gelen heyet, köyleri yaşayanlara tapulamak istemiş, ancak köylerde yaşayan ahali, arazinin o günlerde tamamen insan gücüyle işlenmesinden, Türkçe bilmediklerinden araziyi üzerlerine tapulamak istememişler. Şehirdeki eşraf ve bazı memurlar, çok az parayla veya bir yemekle, en verimli ova köylerini üzerlerine temlik etmişlerdir.

Ağa köyü: Değindiğim fermanla, eşrafın arazileri üzerlerine temlik etmediği köy tipidir. Genellikle o günlerde eşraf, korktuğu, bölgede nam salan kişilerin köylerini, temlik edememişlerdir. Ağa, genellikle Türkçe bilmez, geleneksel örf ve âdetleri bilir, geleneksel elbiseleri giyer.

Şeyh köyü: Bölgede genellikle Nakşibendi - Halidî şeyhlere ait köy tipidir. Çınar ve Bismil ve öbür ilçelerde böyle köyler vardır.

Bölgede arazilerin çoğunluğu köylülere ait köyler: Genellikle hepsi birbirine akraba olan küçük köylerdir. Bu köyler azdır; bu köyler ya verimsizdir ya da korkudan temlik edilememiştir; köyde muhtarlığı elinde bulunduran, halk arasında "keya" adı verilen kişi, o köye önderlik eder. (Bkz; Prof. Dr. Rıfkı Arslan, Diyarbakır'da Toprakta Mülkiyet Rejimleri ve Toplumsal Değişme, Diyarbakır Tanıtma ve Kültür Yardımlaşma Vakfı, Ankara 1992)

Köyümüzde, toprak sahibi aile, yok denecek kadar azdı; köyün arazilerini efendi, sonradan başka birine satmıştı. Bu ne ağa, ne efendi olan ama bir şekilde toprakları ele geçiren kişinin köyde nazırı vardır. Toprak nazırdan kiralanırdı; Dicle kenarındaki bostan ekilirdi ve "borexane"lerden toplanan güvercin dışkılarıyla gübrelenirdi.

Dedem, 1930'larda Bismil ilçe merkezinde, Türkçe bilmedikleri için konuşamadıklarını, hatta belediye zabıtaları tarafından bile, Dicle nehrine kadar kovalandıklarını, tokatlandıklarını, hele hele o tarihlerde Diyarbakır şehir merkezine gelmeye çok korktuklarını anlatırdı. Türkçe bilmeyenlerin bürokrasiden, jandarmadan ne kadar ürktüklerini hep anlatırdı. Köyde toprağımız olmadığı için, şehre taşınmışız, Şehre gelen ve hiçbir vasfı olmayan köylüler, neyle geçinirlerdi? Vasıfsız işlerde. Sonra şehir büyüdü, 1990'lardan sonra köyler boşaltıldı, şehre aniden yoğun bir nüfus göçü.

GUNDİLER VE BAJARİLER

Şehirde, "Gundî" (köylü), bajarî (şehirli) ayrımı vardı. "Gundî" Kürtçe'de, "köylü" demektir. Ama bu sesleniş, örtük olarak "Kürd" demekti. Hani derler ya, "tahtında müstetir olarak." Gundî, herkes bunu anlardı. "Bajarî"lerin geneli Türkçe Kürtçe karışımı bir dille konuşurlardı. "Bajarîler", "gundî"leri küçük görürlerdi; sadece memur aileleri aksansız konuşurlardı. Şehirde büyümeme rağmen, okula başladığım gün, bir kelime Türkçe bilmiyordum. Mahallemizde, hep Kürtçe konuşulurdu.

Dedem bizi gezmeye götürürdü; bir gün Deriyê Çıyê dediğimiz Dağkapı meydanında, bizi gezdirirken bir şeye şahit oldum. Meydanda heykel var, önünde sürekli inzibatlar nöbet tutardı. Tam karşıda şimdi yıkılan Yenişehir Sineması, sinemaya bitişik orduevi. Orduevinin yanında da inzibatlar gezerdi. Dedem, bize biraz ileriye gitmemizi söyledi. Tam da Yenişehir Sineması ile orduevini ayıran duvarın önünde durup gizlice bir şeyler okudu, ama ellerini açmadı, dudaklarını kıpırdatmaları bitince, ellerini yüzüne götürdü. Fatiha okuduğunu düşündüm ve ona sordum: "Fatiha mı okudun?" "Hayır, sus, sus!" dedi, sonra, oradan ilerleyince, "Dede, burada mezar yok, neden Fatiha okudun?" diye sorularım tekrar edince, yine azar işittim.

ŞEYH SEİD'E EDİLEN DUA

Sonra öğreniyorum ki, anılan yerde, 1925'te Diyarbakır'da idam edilen Şeyh Seid ve arkadaşları yatıyorlarmış. Dedem bunu bizden uzun yıllar sakladı. Bu hatıramı hep sakladım. Kimdi bunlar, neden idam edilmişlerdi? Evimizde konuşulunca, "Mesela Şêx" ( Şeyh meselesi), "Salâ herba Şeğ" Şeyhin harbinin yılı) sözleri çok geçerdi. Ailede, köyde bir şeyler bizden saklanırdı. Konuşmalarda Mesela Kalê Şêx (Şeyh Dedenin Meselesi) sözlerini duyuyordum. Biz soruyorduk kim bu Kalê Şêx? Azar işitirdik. Hatta ben Kalê Şex'i (Şeyh Dede), Çınar ilçesinin Altuxer köyünde türbesi bulunan Şeyh Kasım sanırdım.

Yaz ve sömestr tatillerinde köye giderdik. Dedem erkek torunlarını cumaya götürürdü, Cuma günü kimse tarlaya gitmezdi. Şafii mezhebine göre, cuma namazının kılınması için cemaatin en az kırk kişi olması gerekir. Köydeki camide, zekatla geçinen imam, hutbeyi Kürtçe okurdu; şehirde hutbe Türkçe'ydi. Kafamız almazdı bu duruma.

Türkçe konuşamıyordum, aksanlı konuşuyordum; çünkü alaya alınıyordum; ama derslerim çok başarılıydı, her dönem takdirname veya teşekkürname alıyordum. Okula, dedemin, babamın, annemin gelmesini hiç istemezdim. Çünkü kıyafetleri zaten uygun değildi, babam çok az Türkçe bilirdi, dedem ve annem de hiç Türkçe bilmezlerdi. İlkokulda, Kürtçe bilen öğretmenlerimiz de, veli- lerimizle Kürtçe konuşamazlardı.

TRT ŞEŞ açıldı, birçok kişiden şu cümleyi işitmişimdir: "İlk defa kendimi bir vatandaş olarak hissetim." Evet, algılar önemlidir. Televizyonu açtım, baktım. Sayın Tarım Bakanı, Feqiyê Teyran'nın "Ey Dilberê" parçasını söylüyordu. Ben de onunla beraber söyledim. Bir gün sonra da, bir muhalefet partisi, sayın bakanın cezalandırılmasını istiyordu. Yine dedemin, Dağkapı meydanında gizli gizli Fatiha okumasını hatırladım. Üşüdüm birden... Yüreğimde zelzele, evet ve Van'da zelzele yaşandı. Erdhej ya da zelezele, Kürtçede depremi karşılayan iki kelime vardır, üşüyorum.

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/

Editör: Haber Merkezi