Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gibi uygulamaların toplumu ifsat etmesi, aileye ciddi zararlar vermesinin kesin olarak ortaya çıktığı bu günlerde, bu tür uygulamalara farklı kesimlerden ciddi tepkiler gelmeye devam ediyor.

Toplumun yapı taşı mesabesinde olan ve geleceğimizin inşa edildiği kurum olan ailenin korunması adına yetkili mercilerin üzerlerine düşen görevi yapmaları büyük önem arz ederken, toplumun tüm kesimlerine de ciddi görevler düşüyor.

Batılı güçler, yoksun olduğu kurum olan ailenin İslam toplumunda da işlevsiz hale getirilmesi için tüm oyunlarını sahnelemekten geri durmuyor.

Ülkemizde ciddi bir sorun haline gelen bu konuyu "Erkeğe/Babaya kızıp aileyi yıkmak" başlığıyla Doğruhaber Gazetesi'ndeki köşesine taşıyan Yazar Dr. Abdulkadir Turan, aileye yönelik saldırılarak dikkat çekerek alınması gereken önlemlere işaret etti.

Turan'ın, kaleme aldığı yazısının tamamı şöyle:

Aile, insanoğlunun çocuklukta yetişmesi; olgunlukta kendini ve geleceğini makul bir yaşam tarzı üzerinde koruması için en köklü ve sağlam kaledir.

Bu sağlam kalenin toplumların ezici çoğunluğunda erkeğe ve dolayısıyla babaya dayalı iktidar düzeni ise ailenin hem dayanağı hem tabii olarak zaman zaman kriz nedenidir.

Toplumsal birimler, zorunlu bir iktidar düzeni getirir. İktidar düzeni olmadan toplumsal birimler yaşamaz. İnsanlar, toplumsal birimde iktidarın varlığına katlanarak birimi yaşatırlar. Toplumsal birimde iktidarın varlığına kast, o birimi ortadan kaldırmaya kasttır.

İktidarı olmayan bir ailenin geleceği yoktur. Ailenin iktidarına kast, doğrudan ailenin varlığına kasttır.

Her iktidar, suiistimale açıktır, aile içindeki iktidar da suiistimale açıktır. İktidarın suiistimal edilmesi, düzenin tamamen yıkılıp birimin sonlandırılmasını değil, iktidarın yeniden düzenlenip birimin ıslah edilmesini gerektirir. Kimse, hükümetler gücü suiistimal ediyor diye devletleri tamamen ortadan kaldırıp devletsiz kalmayı öneremez. Bunu önerenler, eskiden bu yana insanlığın varlığına kast etmiş, çılgın anarşistler olarak görülmüşler, marjinal kalıp dışlanmışlardır.

Ailede iktidar suiistimal ediliyor diye aile dağıtılamaz, aile kurumu yıkılamaz, aile kurumunun varlığına son verilemez.

İSLAM AİLESİ SALDIRI ALTINDA

Maalesef geldiğimiz süreçte toplumsal birimleri tanımak istemeyen anarşist zihniyet, özellikle Batı Avrupa’ya hakim oldu. Bu anarşist zihniyetin fikri alt yapısı, Batı Avrupa toplumlarını genişçe etkisi altına alan sosyalizmden geliyor. Ama bu zihniyetin anarşist sürekliliği, dünya iktidarını Avrupa’dan Amerika’ya taşıyan ve Avrupa’yı tamamen tarihten silmek isteyen siyonist zihniyetten kaynaklanıyor. Bu zihniyet, Avrupa’ya karşı intikamını Avrupa’yı tarihten silinceye kadar sürdürmek istiyor. Yine aynı zihniyet, İslam’a karşı kin besliyor ve bu kindarlığını İslam dünyasını tüketinceye kadar sürdürme kararlılığında görünüyor. Bunun için İslam dünyasının "bugüne" kadar en sağlam kalesi aileye saldırıyor. 

İslam ailesi, bu hususta çifte bir saldırı altında. Aile yapımıza ABD merkezli o güçten bir saldırı söz konusudur. Avrupa’nın etkisine açık oluşumuz ve siyasi olarak Avrupa Birliği’ne "kayıtsız şartsız tabi olma" talebimiz ise aile yapımızı ayrıca saldırı altında bırakıyor.

Üstelik her iki saldırı da insanoğlunun geldiği tarihsel sürece kadar edindiği bütün saldırı tekniklerini barındırıyor. Her iki saldırı da sinsice;

-Çatıştırma

-Bölme

-İktidarsız bırakma

-Düzensizliğe mahkûm etme

ve nihayetinde son darbeyi vurarak yıkma stratejisiyle ilerliyor.

Ne yazık ki geniş bir bilgi ve derin bir düşünceye sahip olmadan bu saldırıyı anlamak mümkün olmuyor. Saldırı anlaşılsa dahi özellikle sosyal medya üzerinden oluşturulan zihniyet, tehlikenin derinde hissedilmesini ve ona karşı koyma becerisine yönelmeyi engelliyor.

Aileye yönelik saldırı, bu sinsice yaklaşımla esasta aile içi fertleri aile iktidarına karşı isyan ettiriyor. Bu isyanda hem çocukların hem annenin talepleri suiistimal ediliyor. Aile fertlerinin talepleri, mecrasından çıkarılarak aileyi yıkacak, ajite edici (kışkırtıcı) bir malzeme olarak kullanılıyor. Aile fertleri, aile düzeni konusunda anarşistleştiriliyor. Aile fertleri, söz konusu aileye karşı saldırı hâlinde olanlardan etkilenerek bazen açıkça ifade ederek bazen zımnen ailede iktidar istemiyor. Üstelik iktidarsız bir ailenin mutlu bir aile olacağına inanıyor, ailede iktidarsızlığı mutluluğa giden yol olarak tarif ediyor.

"Hürriyet" adı altında hiçbir devlet nizamını tanımayan, "hürriyet aşkı" ile adeta sarhoş olup önüne geleni yıkan bir anarşisti durdurmak zordur. Anarşist, bu uğurda kimi zaman canını dahi verir.

Bu anarşist hâl, bugün aile iktidarına karşı yaşanıyor. Çocuklar veya anne, kendilerine medya ve özellikle sosyal medya üzerinden aşılanan yıkıcı anlayışla, "hürriyet, şahsi haklar" gibi gerekçelerle aile içi iktidara karşı açıkça isyan ediyor.

MÜSLÜMAN KADIN ANARŞİSTLEŞTİRİLİYOR

Kişiler ve topluluklar, içinde bulundukları toplumlardan etkilenirler. Değiştiremediğiniz veya sınırlarınızı daha iyi çizmediğiniz takdirde toplum sizi etkilemeye başlar.

Dolayısıyla yukarıda ifade edilen hâl, sadece "çağdaş yaşam"a teslim olmuş, olmaya istekli ya da teslim olmama konusunda tedbir almamış aileleri etkilemekle kalmıyor.

Dalga o tür ailelerde durdurulamayınca dindar ailelerin kapılarına kadar geldi, önce kapı altlarından içeri sızdı, şimdi kapıları yıktı yıkacak içeri giriyor. Bu da "erkek/baba iktidarı" etrafında dönen ama "kadın hakları" söylemiyle sürdürülen bir kriz doğurmuş durumdadır.

Çözüm için sorunu doğru tespit etmek zorundayız:

Dindar kadın, Kur’an okuya okuya, salavat getire getire gününü geçiriyor ama bu post modern dalgaya kapılıp aile düzeninde çağın zihniyetini talep ediyor.

Dindar kadın, Kur’an, Hadis, İslam’ın adaleti diye konuşuyor ama kocasına yönelik tamamen post modern, eskilerin ifadesiyle Avrupai taleplerde bulunuyor. 2000’li yıllardan bu yana çıkarılan yasalar da aile iktidarı aleyhine olunca dindar kadın, ajite oluyor ve aile düzenine yönelik anarşizme yol açacak talepleri mukaddes bir hak gibi arz ediyor. O sözde haklar konusunda çekincelerini ifade eden kocasını, babasını hatta hocasını alttan alta geleneğe yönelip kadın haklarına karşı koymakla itham ediyor, aile düzenine karşı isyan bayrağı açıyor.

Bu, aileye yönelik sinsice saldırının yol açtığı yaman bir çelişkidir: Kadın farkında olmadan kocasını, babasını hatta hocasını Allah’tan korkmadığı için Allah düşmanı, yeni dünya düzenine tabi olmaktan kaçınmakla itham etme gibi anlaşılmaz bir çelişki yaşıyor.

Bunu anlamayan iktidar sahibi erkek, çılgınlığa sürükleniyor ve kadına karşı şiddete başvurabiliyor. Bu durumda ise hem haddini aşıp yüce Allah’ın haramlarını çiğneyebiliyor hem de aileyi dağıtmaya dönük "ayrılıkçı" ayrıcalık yasaları karşısında ağır cezalara maruz kalıyor.

Bir sorunun toplum açısından giriftleşip çözülmez görünmesine biz toplumsal bunalım, diyoruz.

Farkında iseniz açıkça bir toplumsal bunalımla karşı karşıyayız. Bu bunalım, her gün aile yıkıyor. Aile, bu bunalım karşısında yıkılma sürecine giren Büyük Osmanlı misali ecel terleri döküyor, çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyor ancak her seferinde yeni bir darbeye maruz kalıyor.

Kadın ve çocuklar, bir kez daha düşünmek zorunda:

Erkek/baba iktidarı, geleneksel tutum içinde İslam’ın ön gördüğünden sapıp suiistimal edilmedi mi? Hâlâ suiistimal edilmiyor mu?

Erkek/baba iktidarı, suiistimal edildi ve suiistimal ediliyor. Hiçbir beşeri iktidar hesap sorulmaz değildir. Bu suiistimale karşı çıkmak haktır, hakkın gereğidir. Ama pireye kızıp yorgan yakılmaz. Maharet, yorganı yakmadan pireyi bertaraf edebilmektir.

Özellikle dindar kadın… Allah ve Rasûlü adına… Hak ve hukuk adına mukaddes kurum aileyi yıkmak büyük bir vebaldir. Aile düşmanlarına tabi olmayı, Allah adına yapmak onların vebalinden de ağır bir vebaldir. 

Erkek/baba iktidarı suiistimal ediliyor. O hâlde aile var olmasın, ailenin canı cehenneme demek İslamî değil, anarşistçe bir tutumdur.

MÜSLÜMAN AİLE İÇİN OLMASI GEREKEN

Yapılması gereken, bu suiistimali bertaraf edinceye kadar aile içi ve aile dışında mücadele etmektir. Erkek/baba, Allah ve Rasûl’ünün emrettiğine gelinceye kadar İslamî mücadele yöntemlerine usulünce uyarak cehd etmektir. Daha ötesinde ise "Allah, haddi aşanları sevmez" ( Maide 87)

İslamî ailenin esası, riyaset (baba iktidarı/baba başkanlığı)-istişare ve iktisat olmak üzere üç ilkeye dayanır.

Erkek/baba, iktidarı suiistimal edemeyeceği gibi kadın da istişareyi suiistimal edip evde kendi iktidarını kuramaz. Müslüman kadın, istişareyi suiistimal edip aile düşmanlarının istediği üzere istişareyi erkeği/babayı sürekli kısıtlayıp etkisizleştirecek, eskilerin tabiriyle "başına peçe geçirip kadınlaştıracak" bir hâle sokamaz. Bu, Allah’a ve Resülû’ne karşı isyandır. Bu konuda dindar kadının gönlünü hoş etmek için onunla dayanışma içinde olmak da aileyi yıkmada görev üstlenmektir.

Dindar kadının kendisine sorması gerekir: Ben, hakkımı mı arıyorum yoksa evde erkek/baba iktidarından mı rahatsız oluyorum? Ben, hakkımı mı arıyorum? Yoksa erkek/baba iktidarına karşı savaşıp aileyi yıkmaktan mı keyif alıyorum? Ben, bu yolda inşa etmeye niyetlenen, yapıcı bir Müslüman mıyım? Yoksa isyan etmeyi kutsayan, yıkmaktan zevk alan bir anarşist miyim? diye kendisine sorması gerekir.

Olması gereken, dindar kadının zihniyette "Avrupai/modern" kadın çizgisine sapmak değildir, evde istişarenin ve iktisadın sağlanmasıdır.

İstişare, aile bireylerinin kararlarını birbirlerine sormalarını gerektirir.

İktisat ise iktidar dahil, ailede her yönüyle ölçülü olmayı gerektirir.

Bundan sapıldığında kadının hakkına sahip çıkmak, onun mağdur edilmesini engellemek toplumsal ve siyasi bir sorumluluktur.

Bu konuda onunla dayanışma içinde olmak yetmez, bizatihi öncü olmak icap eder.

Bu özverili tutum, neticede toplumsal dengeleri oturtur ve hepimizi yaklaşan "ailesiz yaşam felaketi"nden korur.

Editör: Haber Merkezi