Hîkaye odur ki bir zamanlar bir genç çocuk, bir kıza tutulur. Ama kız bir türlü gence yüz vermez. Bu tutku zamanla tek taraflı büyük bir aşka mı desek, kara sevdaya mı desek, öyle bir hale dönüşür ki genç çocuk, kız için her şeyi göze alabilecek bir hale gelir…
Kız bakar ki Kurtuluşu yok, imkansız bir şey ister gençten, belki bu şekilde ondan kurtulurum diye: “senden bir isteğim var onu yerine getirirsen seninle evlenirim der.” genç, heyecanla isteğini sorar? Kız der ki; gidip bana annenin ciğerini getirirsen seninle evlenirim….
Kız imkansız bir şey istemiştir kendince, olayın bittiğini hesaplarken, genç çocuk sevinçle annesine koşar, her şeyi göze almıştır bir kere… Bir kız uğruna annesine kıyar ve ciğerini söküp, sevinçle acele evden çıkar. O kadar heyecanlıdır ki içi içine sığmaz. Koşmaya başlar, yolda ayağı takılıp, yüz üstü yere düşer, elindeki ciğer de yerlere savrulur…
O sendeleyerek kalkar, bir an önce ciğeri alıp aşkına kavuşma için acele ederken, ciğerden şöyle bir ses gelir:” ah yavruuum! Bir yerin acımadı inşallah…”
Nihayetinde halk arasında anlatılan bir hikayedir, belki insanın inanacağı bir hikaye gibi görünmüyor… Büyük bir mübalağa yapılmış olsa bile, bir annenin çocuklarına olan sevgisini çok güzel anlatan bir hîkaye bence…
Anneler çocukları için neleri göze almamışlar ki? Sularda boğulmadan tutun, arabaların altlarına atılmalara kadar, soğuklarda donmayı tutun da ateşlerde yanmaya kadar… Yeter ki yavruları selamette olsun da gerisi hiç önemli değildir onlar için…
Dünyanın en korkak hayvanlarından olan tavuk, civcivleri için yılanlarla, yırtıcı hayvanlarla göğüs göğüse savaşacak kadar aslan kesilmez mi aniden?
Hatta yavrusundan hiç bir şekilde ayrılamayacak olan anne, yavrusunun selameti için ondan ayrılmayı bile kabullenir. Hz. Musa’nın annesi onu Firavunun şerrinden korumak için Nil nehrine bırakmamış mıdır? Allah’u teala da mükâfat olarak Hz. Musa’ya Firavunun karısı Asiye’yi bir anne gibi yapmış, onu Firavunun sarayında büyütürmüştür. Hiç bir kadının sütünü emmesine izin vermeyerek, öz annesini süt annesi olarak, tekrar ona kavuşturmuş ve onun sütüyle büyütmüştür.

İlk çocuğumun doğumundan sonra yaşadıklarım, annem’e olan sevgimi, hayranlığımı artırmış, adeta katlamıştı. Henüz 20 yaşına girmeden anne olan eşimin, bebeğimizin en küçük bir ağlama sesinde, hiç üşenmeden her seferinde irkilmesine ve çocuğu uyutmak için, gerekirse sabaha kadar uyumadan uğraşmasına bizzat şahit olmuştum…
Eşimin bu fedakarlığını görünce, annemi düşündüm. Elektriğin henüz köylere gelmediği, insanların giyecek bir elbise bulamadığı, yiyecek sıkıntısının had safhada olduğu, içme suyunu bile kilometrelerce yol gidilip tulumlarla taşındığı bir dönemde, kim bilir annem ne zorluklarla büyütmüştü bizleri…

Allah’u teala bu durumu bize Kuran’ı Kerimde çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
“İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu zahmete katlanarak taşıdı ve zorluk çekerek doğurdu. Karnında taşıması ve sütten kesmesinin süresi otuz aydır. Nihayet çocuk olgunluğuna ulaşıp kırk yaşına girince şöyle yakarır: “Rabbim! Bana ve anne babama lutfettiğin nimete şükretmeye, razı olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl. Benden gelecek nesli hayırlı eyle. Dönüp kapına başvurdum ve ben şüphesiz sana boyun eğenlerdenim!” Ahkaf 15

Rahmetli Seydam Mele A. Latif’in bana ettiği nasihati unutmuyorum. (Allah onu arşının gölgesinde gölgelendirsin.) Babamın vefatından sonra, hemen hemen beni her gördüğünde annemin durumunu sorar ve benden razı olup olmadığını sorardı. Ben hamd olsun annemle aramız çok iyidir dediğimde, zaten annen senden razı değilse, hocalığın da, müslümanlığın da boştur. Anneni razı etmeye bak derdi.
Yanlarında huzuru, kollarında şefkati bulduğumuz, dualarıyla, dünya ve ahiret kurtuluşumuz için vesile olan, ayaklarının altında cennetimizin saklandığı Annelerimize, değil yılın bir günü, yılın bütün gün ve geceleri mübarek olsun inşallah…