Aristo ne talihli bir adammış! Ruhunu Hakk'a teslim ettikten sonra sadık bir öğrencisi Muallim-i Evvel'in kitaplarını sınıflandırmaya girişir. Fizik kitabından sonraya bu kitabı koyar. 'Fizikten sonra' anlamındaki 'metafizik'in serüveni budur. Bu kavram daha da talihli. Manevi bir anlam taşımaya başlayınca bir hürmet, bir hürmet! Sözlükler itiraz eder; itiraza itirazın sesi daha da gür ve yerinde. Öyle ki, fiziğin en ekstrem düşünürü bile kendisini bunun çekim alanından kurtaramıyor. “Tanrı zar atmaz” yargısı da neyin nesi diye sormaya bile gerek yok; adam ne dediğinin gayet farkında. Bunu anlamakta güçlük çekiyor olmamız izafiyetle değil, zafiyetle ilgili bir hadise. Metafizik, güçsüzlerin sığınağı ise, Albert Einstein'e 'zavallının teki' demek gerek; hâşâ, ne haddime!

Acaba depremin metafizik bir boyutu olabilir mi? Bilim olmaz diyor. Neymiş sebep? Öz'ümüzün enerjiyle dolup strese girmesi. Öz dediğimiz de babamızın hamuru, yani toprak. Kendimizi güçsüz görüp metafiziğin huzur veren durgun limanına sığınmakta bir mahsur yok. Biz kendimizi bilip burada duralım. İlâhi boyutuna burnunu sokmakla yetinmeyip Allah adına yargıda bulunmanın eblehliğine düşmek isteyen buyursun düşsün.

Bu kadim topraklar çok depremler gördü. Doğal depremler… Din depremleri… Siyasi depremler… Ekonomik depremler…

İbrahim'in sarsıntısıyla putların devrildiği inanç depremi… Hz. Peygamber'in, Arabistan Yarımadası'ndan başlayarak yavaş ama emin adımlarla kısa sürede kıtalarda hissedilen adalet depremi… Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs depremi… Fatih'in Bizans'ı çökerten depremi… Emperyalistlerin Anadolu'yu baştanbaşa sarsan o hayâsız depremi… Erzincan depremi, Varto depremi, Marmara depremi, Afyon depremi… Ve nihayet Van depremi.

Sarsıntılar her zaman aynı sonucu vermezler. Sebebi İbrahim ise, travmayı Nemrud yaşar. Şiddetinden medeniyet fışkıran zelzele var, medeniyeti yıkan da. Kimisi çağ kapatır. Kimisi de ocak yıkar, ateş olup yürek yakar.

Anadolu'nun son yüzyılı sosyal, siyasal, ekonomik ve doğal depremlerin tahammülfersa acılarıyla geçti. İlki ve en şiddetlisi, talanı kendilerine meslek edinen Batılı emperyalistlerin kirli elleriyle olanıydı. Yüzeydeki fay hattı kadar tehlikeli mi tehlikeli. Zehirli ahtapot gibi, bir kolu Çanakkale'de, bir kolu Van'da. Biri İzmir'de, diğeri Antep'te. Avustralya'dan Marmara'ya en uzun fayın çatlakları arasında enerjisi boşalmış zavallı Anzaklar! Sinerjidir umutların tükenmesine geçit vermeyen o devasa bent; 13 milyonluk kurtarma ekibi. Donanım oldukça yalın ama etkili: İman! Yıkım büyük, enkaz ağır! Kurtarılmayı bekleyen ne? Leş gibi kokan ayakların altındaki toprak mı? Belki, ama daha da önemli olan çiğnenen onur. Failde izzetinefis olsa, düşmanlığın bile bir tadı olur. Ama emperyal zihniyetin kendisi murdar. Buna savaş bile denemez. Olsa olsa bağ bostanları domuz sürüsünden kurtarma ya da yavru aslanları sırtlanlardan koruma cehdi olur. Anadolu halkının bu kutsal direnişine Kurtuluş Savaşı adını veren kim idiyse, onu rahmetle anıyoruz. Ülke gerçekten kurtulmuş mudur; bu ayrı bir mesele. Şunu çok iyi biliyoruz ki; tarihin son 915 yıllık diliminde Emperyalizme karşı direnişlerin tamamı kutsaldır. Kılıçaslan'ın çabası, Selahaddin'in kararlılığı hürmetle selamlanır da Anadolu halkının bir bütün mücadelesi selamlanmaz mı?

Adına Kurtuluş Savaşı denen bu antiemperyalist savaşı önemli kılan neydi? Beraber yaşamanın önemine iman etmiş olmaktan öteye söylenecek laf yok; etnisite vurgusu mu? Garb'ı kendine kıble edinmiş seçkinci güruhtan başka kimin aklına gelir bu ihanet? Ölünecekse, beraber; kalınacaksa beraber! Kürt öldü, Türk öldü, Sünni öldü, Alevi öldü. Nebi'ye komşuluğu yaşamaya tercih etmek ne büyük bir bahtiyarlık!

Ya sonra ne oldu? Sonrası malum. O seçkinci güruhun tavana astıkları Demokles'in Kılıcı: Ulusalcılık! İçinde ne yok ki! Bilendikçe keskinleşen, keskinleştikçe hırçınlaşan, çok geçmeden dönüşüp iflah olmaz en ağır ruh hastalığına yakalanan Demokles'in Kılıcı, yani milliyetçilik. Bazen şizofren, çoğu zaman paranoyak! Kürt düşmandır, Alevi düşmandır, Arap düşmandır, dindar düşmandır. Türk, dindar veya sosyalist ise, o da düşmandır. Azıtmak mı, tozutmak mı; sarık düşmandır, minare düşmandır. Cephede esir düşen Kürt alim Said Nursi düşmandır, Türk alim Atıf hoca düşmandır. Hâsılı kelam, kendileri dışında kalan herkes düşmandır.

Soy kütükleri üç adım sonra kesintiye uğrayıp belirsizleşenlerin bir asırlık hile, çaba ve zulümlerine rağmen bu toprakların gerçek sahibi olan Anadolu halkını birbirine kırdırtamamış olmalarını neye borçluyuz? Sosyologlar bunu bilimsel verilerle araştıradursunlar; avama göre belirleyici sebep 'DİN'dir. Fakat emin olalım ki, bu din, devletin, diyanetin dini değildir. Yüzlerce akademisyenin, ilahiyatçının imzasını taşıyan 40 ciltlik İslam Ansiklopedisinin 26. cildinin 7 sayfası kiliseye, 3 sayfası kimyaya, 2 sayfası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine, 3 sayfası Kutadgu Bilig'e, 3 sayfası kürk, yani hayvan postuna, 3 sayfaya yakını sanat müziğinin Kürdili Hicazkâr makamına ayrıldığı halde Kürt, Kürtler, Kürtçe hakkında tek bir kelimenin geçmemesi, devletin Anadolu'yu nasıl bir diyanetle bütünlemeye çalıştığını göstermesi açısından son derece anlamlıdır.

Ahlaksız eğitim sistemine rağmen, tarihin tersyüz edilmiş yalanlarına rağmen, körüklenen ırkçılığa rağmen avamın birlikte yaşama felsefesi, gayreti ve pratiği farklıdır. Van depremi bunu geçen hafta en genel şekliyle ispatlamıştır ve ispatlamaya devam etmektedir. Uşak'tan gelen battaniyeler sadece bedenleri değil, yürekleri ısıtıyor. Eskişehir'den gelen gıda ekmeğin ikiye bölünmesidir. Trabzon'dan, İstanbul'dan gelen kurtarma timleri sadece göçük altıdakileri değil, üzeri karanlık ve kirli ellerle örtülen kardeşliği de kurtarma hükmündedir. ........

.................................................................................................. ..  .............................................

Haberdiyarbakır.com dan

Editör: Haber Merkezi