Yazıyı yazan; İbrahim SEDİYANİ

[email protected]

I M G 2102
Ben, idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp kendisi sarayında içki içen adama biat etmem!”

     Bu sözler, Diyarbekir (Diyarbakır) ilinin Bısmıl (Bismil) ilçesine bağlı Çılsıtun (Kırkdirek)köyünden mümtaz ve saygın bir şâhsiyet olan Seyyîd Haşîm’e ait.

     1639 yılında, Osmanlı padişâhı IV. Murad’a söylenmiştir. (1)

     İlmi, takvâsı ve dînî önderliğiyle nam salmış olan Seyyîd Haşîm, başka bir âlim olanSeyyîd Hacı Hûseyn el- Hûseynî’nin babasıdır. O’nun oğlu da Molla Haydar’dır. O’nun da oğlu Molla Kasım, O’nun da oğlu Şeyh Ali Septî, O’nun da oğlu Şeyh Mahmud Fevzî, O’nun da oğlu 1925 yılında laik – kemalist Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı ayaklanan Şeyh Said’dir. Şeyh Said’in dedesinin dedesinin dedesi olan Seyyîd Haşîm, Resûl-i Ekrem (saw)’in Kerbelâ’da şehîd olan torunu İmam Hz. Hüseyin’in soyundan gelen bir seyyîddir. (2)

     Şeyh Said’in 6. göbekten dedesi olan Seyyîd Haşim Efendi’nin yapısında var olan tevhidî ve direnişçi rûh, Kerbelâ’dan başlayıp süregelen Hüseynî bir rûh olarak, bu sülalenin umde özelliğini oluşturmuştur.

     TARİHİN GİZLEDİĞİ ÇILSITUN KATLİÂMI

     1623 yılında, IV. Murad’ın tahta geçişiyle beraber, Kürdistan, yeni bir sosyo – politik sürecin içine girer.

     IV. Murad, sert yöntemlerle ilk başta isyancıları itaat altına alır. Başta Sadrazam Topal Receb olmak üzere çok sayıda sipahî ve yeniçeriyi ortadan kaldırır. Kendisi tiryaki derecesinde içki müptelâsı olduğu halde IV. Murad, memlekette içkiyi, tütünü ve sigarayı yasaklar, gece sokağa çıkma yasağı getirir. Devrin bilginlerine raporlar hazırlattırır. (3)

     IV. Murad, Revan Seferi neticesinde Revan ve Kuzeydoğu Kürdistan’ı ele geçirdiğinin hemen akabinde meşhur Bağdad Seferi’ne çıkar. Bu sefer sonucu Bağdad’ı İran’ın elinden alır ve Osmanlı – İran arasında 1639 yılında Qasrê Şêrîn (Kasr-ı Şirin) Antlaşmasıimzalanır. (4)

     Bu antlaşmaya göre;

     1 – Azerbaycan ve Revan İran’a bırakılacak,

     2 – Güney Kürdistan ve Bağdad Osmanlılar’ın olacak,

     3 – Osmanlı ile İran arasında Zağros Dağları sınır kesilecektir.

     Kasr-ı Şirin Antlaşması halen geçerliliğini koruyan bir antlaşmadır ve bugünkü Türkiye – İran sınırı burada belirlenmiştir. (5)

     Antlaşmadan sonra IV. Murad geri döner.

     Osmanlı padişâhı IV. Murad, 1639 tarihinde meşhur Bağdad Seferi’ne giderken yolda Diyarbekir’e uğrar. Bağdad Seferi öncesi Kürdistan ulemâsından biat almak isteyen IV. Murad, Diyarbekir’de birkaç gün konaklar.

     IV. Murad Diyarbekir’deyken, Seyyîd Haşîm’in (Şeyh Said’in dedesinin dedesinin dedesi) uzaktan amcasıoğlu olan akrabası Azîz Mahmud Urmevî’nin evinde misafir olur. (6)

     IV. Murad, Diyarbekir ve çevresindeki âlimlerden biat almak için bir ziyafet verir ve bölgedeki tüm İslam âlimlerini, şeyhleri ve ağaları yemeğe dâvet eder. Lakin Seyyîd Haşîm ve bazı âlimler, Bağdad’daki Müslümanlar’ın kanının akmasına vesile olmamak için bu dâvete icabet etmezler. Seyyîd Haşîm, maiyetindeki gücüyle sefere iştirak etmediği gibi, IV. Murad’ın ahlakî zaafiyetleri ve içkiye olan düşkünlüğünden ötürü O’na biat etmez.

     Ancak Seyyîd Haşîm, bölgenin en önemli isimlerinden biridir ve IV. Murad’ın Bağdad Seferi’nin dînî ve şer’î açıdan meşrûluğunu tasdik ettirmek için Seyyîd Haşîm’in biatını alması şarttır. Zaten IV. Murad bu amaçla Diyarbekir’e gelmiş, Diyarbekir’de konakladığı günlerde bilinçli olarak Seyyîd Haşîm’in amcasıoğlu Azîz Mahmud Urmevî’nin evinde kalmıştır ki, bu davranışı bir nevî “jest” olarak algılansın ve biat alma konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamasın.

     Ancak ziyafete dâvet edilen Seyyîd Haşîm bu yemeğe iştirak etmeyince, IV. Murad kendisine, evine bizzat elçiler göndertir ve Sultan’a biat etmesi teklif edilir. Seyyîd Haşîm ise IV. Murad’ın elçiler yoluyla gönderdiği biat isteğine şu sözlerle karşılık verir:

     “Ben, idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp kendisi sarayında içki içen adama biat etmem!” (7)

     Bu duruma oldukça sinirlenen IV. Murad, aynı teklifi birkaç defa daha göndertir ama her seferinde olumsuz cevap alır. Seyyîd Haşîm’in yanısıra bölgedeki diğer âlimlerden de hiçbiri Sultan’a biat etmez. Aynı şekilde, Kürdistan’ın ileri gelen ailelerinden biri olan Bedirhanî ailesi ve bunlardan başka bazı şeyh ve aileler de padişâh IV. Murad’ın çağrısını geri çevirirler. (8)

     IV. Murad, Kürdistan ulemâsından biat alamadan Bağdad Seferi’ne çıkmak zorunda kalmıştır ki, biat alınmadığı için bu sefer zaten ğayr-i meşrû bir seferdir ancak Sultan Murad buna rağmen sefere gitmekten caymaz.

     Kürdistan ulemâsından biat alamadığı için onlara karşı öfkeli ve hınçla dolu olan IV. Murad, Bağdad Seferi akabinde İran Safewî Devleti ile Kasr-ı Şirin Antlaşması’nı da Kürt ulemâsına hiç sormadan ve Kürt mîrlerine danışmadan imzalar. Osmanlı ile İran arasında 1639 yılında imzalanan ve tarihte ilk kez Kürdistan topraklarını parçalayıp ikiye bölen bu antlaşma, Kürtler’e hiç danışılmadan imzalanmıştır. (9)

     1639 yılı, Kürdistan toprakları ve bu topraklar üzerinde binlerce yıldır yaşayan Kürt halkı için bölünmüşlük ve parçalanmışlık ile geçen acı tarihinin başlangıcıdır. Çünkü bu tarihte, günümüzde İran Kürdistanı’nın Kirmanşâh vilayetine bağlı bir Kürt kenti olan Qasrê Şêrîn’de Osmanlı ile İran arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile birlikteKürdistan toprakları tarihte ilk kez ikiye bölünüp parçalanır. Kürdistan’ın batısı Osmanlı’nın, doğusu da İran’ın payına düşer.

     300 yıl sonraki Lozan Antlaşması’yla 5 parçaya bölünecek olan Kürdistan, ilk kez orada, 1639’da iki parçaya ayrılır. Kasr-ı Şirin Antlaşması ile birlikte ilk kez aynı dili konuşan, hatta akraba olan insanlar biribirlerinden kopartılırlar.

     Kürdistan topraklarının iki ayrı devlet arasında bölünüp üleştirilmesi, Kürdistan’da irşâd ve tedrisat faaliyetleriyle meşgul olan İslam âlimlerinde, o dönemler halkın tartışılmaz öncüleri olan ulemâ kesiminde isyan derecesinde büyük bir hoşnutsuzluğa yol açar. Öyle ki, bu parçalanmaya duyulan tepki ve öfkenin fiilî bir isyana dönüşmesi için sadece bir kıvılcım yeterlidir. (10)

     İşte Kürdistan’daki ulemâ ve fukehânın, şeyh ve mollaların Osmanlı ve İran’a bu derece tepkili oldukları ve Kürtler arasındaki hoşnutsuzluğun bu derece ileri boyutta olduğu bir zamanda, Osmanlı padişâhı IV. Murad zaten Bağdad’dadır ve İstanbul’a dönerken eyaletin merkezi Diyarbekir’e uğramak isteyecektir.

     Büyük bir felâketin bas bas “geliyorum” diye bağırması demektir bu.

     Kürdistan eyaletinin o zamanki başkenti Diyarbekir’de yaşamakta olan (yazının en başında IV. Murad’a söylediği sözü aktardığımız ve 1925’te laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanan Şeyh Said’in dedesinin dedesinin dedesi olan) Seyyîd Haşîm, bu tepkilerin başını çekmektedir. (11)

     IV. Murad, Bağdad Seferi’nden dönerken, beklendiği gibi Diyarbekir’e uğrar. Fakat bu seferki gelişi, tamamen intikam almak, hesap sormak ve kendisine biat etmeyi reddeden Seyyîd Haşîm’e haddini bildirmek amaçlıdır.

     Bağdad Seferi’ne giderken uğradığı Diyarbekir’de Seyyîd Haşîm’in amcasıoğlu Azîz Mahmud Urmevî’nin evinde misafir olan IV. Murad, Bağdad Seferi dönüşünde Diyarbekir’e yeniden uğradığında ise Kabî (Bağıvar) mahallesinde bir eve misafir olur. (12)

     IV. Murad, Diyarbekir’deki bu ikinci konaklamasında yeniden ziyafet tertip eder. Diyarbekir’in Kabî (Bağıvar) mahallesinde verilen bu seferki yemek, Bağdad Seferi Zaferi’ni ve Kasr-ı Şirin Antlaşması’nı kutlamak içindir.

     IV. Murad, bir yandan Kabî semtinde yemek verirken, bir yandan da emrindeki orduya, Çılsıtun (Kırkdirek) köyünde yaşayan ve gidişte kendisine biat etmeyen Seyyîd Haşîm’i tüm ailesiyle birlikte kılıçtan geçirmelerini, medresesini taş üstünde taş kalmamacasına yıkmalarını, Çılsıtun köyünü insanlarıyla komple ateşe verip yakmalarını, hatta civar köylerin de tamamen yakılıp yıkılmasını emreder. (13)

     Tarih, Haziran 1639...

     Yer, Diyarbekir’e bağlı Bismil ilçesinin Çılsıtun köyü...

     IV. Murad’ın verdiği emir yerine getirilir ve Çılsıtun başta olmak üzere Bismil’in köyleri katliâma uğrar. Canını kurtarabilen birkaç çocuk ve kadından başka, herkesin canına kastedilir. Köyler boşaltılıp yıkılır ve köy halkından sağ kalanlar sürgün edilir.

     Suçları (!) saltanatı kabul etmemek, saltanata ve saraya değil, Qûr’ân ve Sünnet’e dayalı bir İslamî yönetim istemek, ülkeleri Kürdistan’ın parçalanmasına, aile ve akrabaların biribirlerinden kopartılmasına rıza göstermemek, kendi topraklarında, kendilerine yapılan zûlmü onaylamamak ve İslâmdışı kültürü özümseyememek. Bunun cezası da katliâm ve sürgün, kan ve şehâdet...

     Osmanlı padişâhı IV. Murad, 1639 senesinde, yani Bağdad Seferi’ni yapıp İran’la Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalayıp döndükten sonra uğradığı Diyarbekir’de korkunç bir katliâma imza atar. Yüzlerce savunmasız insan acımasızca kılıçtan geçirilir. Onlarca köy yakılıp yıkılır. Çılsıtun Katliâmı’nda, padişâha biat etmeyi reddeden halkın rehberi Seyyîd Haşîm, bütün ailesiyle birlikte katledilir. Seyyîd Haşîm’in kendisi, hânımı ve çocukları kılıçtan geçirilir.

     Bu olaya “İkinci Kerbelâ” adı verilir. Sebebi ise, tıpkı Kerbelâ’da Hz. İmam Hüseyin (as) ve yârenleri katledilirken, katliâm emrini veren Yezid’in sarayda ziyafet vermesi örneğinde olduğu gibi, Seyyîd Haşîm ve diğer âlimler ile insanlar Çılsıtun’da katledilirken, katliâm emrini veren IV. Murad’ın Kabî’de ziyafet vermesidir.

     Bu korkunç katliâmdan Seyyîd Haşîm’in sadece bir çocuğu sağ olarak kurtulur. Henüz 5 yaşında bir çocuk olan en küçük oğlu Hüseyin.

     İşte, 1925 tarihinde laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı gerçekleştirilen İslamî halk ayaklanmasının âzîz rehberi Şeyh Said, 1639 yılındaki o katliâmdan sağ kurtulan tek çocuk olan 5 yaşındaki Hüseyin’in soyundan gelmektedir. (14)

     Şeyh Said’in şeceresinin, Molla Haydar’ın dedesi ve Seyyîd Hûseyn el- Hûseynî’nin babası Seyyîd Hâşîm’den itibaren “sır” olması, bu katliâm sebebiyledir. Çünkü bu olay sırasında her yer ateşe verildiği için, Şeyh Said’in soy kütüğü ile ilgili mâlumat da yanar, kül olur. Gerçi Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmud Efendi’nin babası Şeyh Ali Septî, birçok kez konuşmalarında, “Biz seyyîdiz, Resûlullâh’ın soyundanız” gibi ibareler kullanır, ama şecere imhâ edildiği için Şeyh Said soyu daha sonra seyyîdlik iddiâsında bulunmaz.

     1639 Çılsıtun Katliâmı’nda Seyyîd Haşîm ailesiyle ve medresesindeki onlarca talebesiyle birlikte katledilir, köyler yakılıp yıkılır ve çocuk – kadın ayrımı gözetilmeden yüzlerce insan öldürülür. Hatta öyle ki, IV. Murad’ın Diyarbekir’e ilk uğradığında evinde misafir olduğu ve ziyafet verdiği Azîz Mahmud Urmevî de ailesiyle birlikte kılıçtan geçirilir. Bu korkunç katliâmda hızını alamayan IV. Murad, bölgede yaşayan küçük bir dînî azınlık olan Zerdüştler’i bile kılıçtan geçirtip katleder. (15)

     Haziran 1639’da kendisine “Ben, idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp kendisi sarayında içki içen adama biat etmem!” diyerek biat etmeyi reddeden Seyyîd Haşîm’i ailesiyle birlikte katleden Osmanlı padişâhı IV. Murad, bu acımasız katliâmı gerçekleştirdikten sadece 8 ay sonra, 8 Şubat 1640’ta içkiden ölür.

     İçki müptelası olduğu için siroz hastalığına yakalanıp henüz 28 yaşında ölüm döşeğine yatan IV. Murad, ölüm döşeğinde olduğu son günlerinde dahi öz kardeşi İbrahim’in öldürülmesini emretmiş, ancak emri yerine getirilmeyip ölümünden sonra İbrahim tahta çıkmıştır.

     Evet...

     Tarihin cilvesine bakın ki, 1639’un Haziran ayında katledilen Seyyîd Haşîm’in altıncı kuşaktan torunu olan Şeyh Said de, 300 sene sonra yine Haziran ayında idam edilecektir.

     Ve yine aynı vilayette; Diyarbekir’de.

     Biri Osmanlı idaresi tarafından, biri de Cumhuriyet idaresi tarafından.

     Üstelik ve en ilginci de, hem 1639’da Seyyîd Haşîm’i kılıçtan geçiren IV. Murad ve hem de 1925’te torununun torununun torunu Şeyh Said’i darağacına asıp idam eden Mustafa Kemal Atatürk, her ikisi de, evet her ikisi de aşırı içki kullanmaktan dolayı siroz hastalığına yakalanıp öldüler.

[email protected]

     DİPNOTLAR:

(1) : Av. Şevket Baysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Cilt 2, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Diyarbakır 2003

(2) : Şeyh Said Kıyamı Üzerine Torunu Abdulmelik Fırat ile Ropörtaj, Mızgin Dergisi, Haziran 2008

(3) : İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 3, Kısım 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2003 

(4) : Mehmet Saray, Türk – İran İlişkileri, s. 56 – 57, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999

(5) : İbrahim Sediyani, Şeyh Said Qıyamı’nın Kökenleri – 1, Hira Dergisi, Yıl 2, Sayı 4, s. 20 – 22, Mayıs 1993

(6) : Av. Şevket Baysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Cilt 2, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Diyarbakır 2003

(7) : age

(8) : İbrahim Sediyani, Şeyh Said Qıyamı’nın Kökenleri – 1, Hira Dergisi, Yıl 2, Sayı 4, s. 20 – 22, Mayıs 1993

(9) : Mele Emin Botiki, Şeyh Said’in Vefatının 85. Yıldönümü, Batman Çağdaş Gazetesi, 1 Temmuz 2010

(10) : agm

(11) : Şeyh Said Kıyamı Üzerine Torunu Abdulmelik Fırat ile Ropörtaj, Mızgin Dergisi, Haziran 2008

(12) : Av. Şevket Baysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Cilt 2, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Diyarbakır 2003

(13) : age

(14) : Şeyh Said Kıyamı Üzerine Torunu Abdulmelik Fırat ile Ropörtaj, Mızgin Dergisi, Haziran 2008

(15) : Av. Şevket Baysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Cilt 2, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Diyarbakır 2003

Kaynak: Haber Merkezi