Emir Bedirhan, nihayet 1842’de bağımsızlığını ilan etti. Kendi adına para bastırdı. Cizre’yi başkent ilan etti. Bunun üzerine, diğer Kürt beyleri, Emir’e bağlılıklarını bildirdiler; her koşulda sonuna kadar onunla olacaklarına ant içtiler.

Bedirhan, adeta devlet kurmuştu. Onun bu dönemde, Cizre’de kendi bayrağını çektiği söylenir. Hatta Osmanlı Devleti’ndeki gibi, kendi bürokrasisini de oluşturmuştu.

“Şeyhulislamı Molla ‘Ebdulqudus; umum seraskeri Tahir Ağa (Tahir Mamo); umum süvari kumandanı Hamid Ağa; hazine-i hassa ve umur-i hususiyesi nazırı da Efendi Ağa idi”.

Bedirhan, artık kendisini o denli güçlü hissediyordu ki, kendisine Osmanlı sultanı tarafından gönderilen elçileri geri çeviriyor, sultanı tanımadığını söyleyebiliyordu. Bölgeye, Pers-Türk sorunu nedeniyle gönderilen İngiliz Albay K. Rich, Bedirhan Bey’in yanına kendisini ağırlaması için gittiğinde, Emir’e elindeki sultan fermanını uzatır ve kendisine bir konak tahsis etmesini ister.

Fermanı okuduktan sonra, Bedirhan Bey’in yanıtı şöyle olur: “Hiçbir sultanı tanımıyorum. Bu sultan kimdir? Neden onun fermanları bana geliyor? Ben burada ev sahibiyim ve misafirlerimin bana neden geldiğini elindeki fermandan değil kendisinden öğrenmek isterim.”

Emir, bütün bu cüretkâr tavırlarının Osmanlı Devleti tarafından tepkiyle karşılanacağını biliyordu. Fakat bu tepkinin ne zaman ve ne vesile ile geleceğini kestiremiyordu. Osmanlı’nın tepkisi gecikmişti.

“Ben, ahiretimi tercih ederim. Hazırlanın! Sefere çıkıyoruz”

Sıcak bir yaz günü, Bedirhan Bey’in yazlık konağına iki adam gelir. Aceleyle Bey’in huzuruna çıkarlar. Sinirli ve üzgün oldukları her hallerinden belli olan bu kişiler, Bey’e gecikmeden maruzatlarını bildiriler:

“Bizler seyyidiz. Yüce dinimize olan bağlılığımızdan hiç şüphemiz yoktur. Bu yüzden size geldik. Maruzatımız şudur ki; bu gün iki gencecik evladımızı katleden Nesturi gavurlarına hadlerini bildirmenizi ve herkese bir Seyyid’i öldürmenin cezasının ne denli büyük olduğunu göstermenizi istiyoruz. Bu katliama gerektiği şekilde karşılık vermediğiniz takdirde, öte dünyada dedem Hz. Muhammed’e sizi şikâyet edeceğimizden şüpheniz olmasın.”

Yakın Kürt tarihinde Kürt beylerinden Mîr-ê Botan: Bedirxan Beg; Emir Bedirhan; Yazı dizisi-1 Yakın Kürt tarihinde Kürt beylerinden Mîr-ê Botan: Bedirxan Beg; Emir Bedirhan; Yazı dizisi-1

Bedirhan Beg, bir süre düşündükten sonra şu yanıtı verdi: ‘beni çok zor durumda bıraktığınızı bilmenizi isterim. Nesturilere hadlerini bildirirsem bu benim beyliğimin sonu olur. Dolayısıyla dünyamdan olurum. Yok, eğer sessiz kalırsam, bu sefer de ahiretimden olurum.’

Bir süre daha düşündü, ardından derin bir of çektikten sonra: ‘Ben ahiretimi tercih ederim. Hazırlanın sefere çıkıyoruz.’ dedi.

Bu hikayenin, Siirt’te bir Şeyh’ten temin edilen Arapça bir kitapta geçtiği rivayet edilir. Cizre’de yaşlı köylüler de buna benzer hikâyeler anlatırlar.

Tarihler 1843’ün Haziran ayını gösteriyordu. Nesturiler epey bir zamandır boyun eğmez bir tavır takınmışlardı. Vergi vermemeye de başlamışlardı. Oysa Bedirhan, bu konuda çok titizdi. Bu yüzden Bedirhan epey bir süredir asi Nesturilere karşı bir sefer düzenlemeyi planlıyordu. Nesturilerin iki Seyyid’in kanlı gömleklerini Bedirhan’ın yazlık kasrına göndermeleri bardağı taşıran son damla oldu. Bedirhan, bunu savaş ilanı olarak algıladı. Zaten diğer Kürt beyleri de (Amediyeli İsmail Paşa, Hakkârili Nurullah Bey) Nesturilerin son zamanlardaki tavırlarından memnun değillerdi. Nurullah Bey, defalarca Bedirhan Bey’e Nesturilere karşı sefer düzenlemeyi teklif etmişti.

Bedirhan nihayet kararını verdi ve bütün Kürt beylerine haber gönderdi. Nesturileri doğduklarına pişman edecek 100 bin kişilik bir ordu oluşturdular. Bu ordu Van’dan Rewanduz’a ve Dicle’den İran sınırına kadar olan bölgeden toplanmıştı.

Ordu harekete geçti ve Kutran Geçidi’ni tırmanırken ilk direnişle karşılaştı. Savaş başladı. Bazı kaynaklara göre Tiyar’a düzenlenen bu sefer sırasında 10 bin, bazılarına göre ise 20 bin Nesturi öldürüldü.

Rivayete göre, durumun vehametini anlayan Bedirhan’ın kardeşlerinden biri, Emir’in kabul salonuna Nesturi köylülerinin giydiği bir kıyafetle ve omzunda bir çapayla girer.

Şaşkınlık içerisindeki Emir Bedirhan: “Maşallah! Bu maskaralığın sebebi nedir?” diye sorunca, kardeşi savaşın aynı hızda devam etmesi halinde hiçbir Nesturi’nin sağ kalmayacağını ve dolayısıyla her Kürdün kendi toprağını eşelemek konumuna indirileceğini kendisinin de bunun için pratik yaptığını söyler.

Nesturilere karşı ikinci sefer 1846 yılında yapıldı. Bu kez, Thuma’da yaşayan Nesturiler üzerine sefer yapılmıştı.

Peki Nesturiler NEDEN ayaklanmışlardı?

Ya da ayaklanırken böyle bir katliamın gerçekleşeceğini kestirememişler miydi?

1840’lara kadar Nesturiler ve Kürtler hep barış içinde yaşamışlardır. Daha önce de değindiğimiz gibi 1838’de Bedirhan Bey, Osmanlı kuvvetleriyle çarpışırken Nesturiler Bedirhan’a destek verdiler.

Yani yüzyıllardan beri süren Nesturi ve Kürtlerin beraber yaşaması Bedirhan döneminde de sürdü. Nesturilerin bu son zamanlardaki tavır değişikliğinde etkili olan faktör, Avrupalı misyonerlerin bölgede yürüttükleri propagandadır.

Mar Şamun ve batılı misyonerler

Misyonerler, Nesturilerin artık Kürtlerin boyunduruğu altında yaşamamaları gerektiğini söylüyor, olası bir ayaklanmada Nesturilere destek vereceklerini tekrar tekrar dile getirerek Nesturileri kışkırtıyorlardı. Böylece Nesturiler de Avrupa desteğine kanarak ayaklandılar.

Hatta Nesturi patriği Mar Şamun, karargahına İngiliz bayrağı çekmişti. Böylece Kürtlerin kendilerine dokunamayacaklarını sanmışlardı. Nitekim Mar Şamun da, sonradan bu olaylar nedeniyle Batılı misyonerleri suçlamıştır.

Bununla birlikte Osmanlı devleti de bu olayda bir nebze pay sahibidir. Musul Paşası (Valisi), Nesturi patriği Mar Şamun’a gönderdiği bir mektupta olası bir savaşta Kürtlere karşı Nesturileri destekleyeceğini söyleyerek kışkırtmaktan geri durmuyordu.

Peki, Bedirhan bu denli büyük çaplı bir savaşı NEDEN yapmıştı? Daha soğukkanlı davranamaz mıydı? Bu savaşın uzun vadede kendisine ve beyliğine çıkaracağı olumsuz sonuçları kestirememiş miydi?

Bedirhan, yaptığı bu büyük savaşın Osmanlı Devleti ve özellikle Batılı büyük devletler tarafından tepkiyle karşılanacağını bildiği halde NEDEN bunu yaptı?

Osmanlı’nın Erzurum Paşası, olası bir katliamda tarafsız kalacağını bildirmişti. Bedirhan, bunu, Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalacağı şeklinde mi algılamıştı?

Nesturi savaşının gerçekleştirilmesindeki en önemli nedenlerden biri de, Kürt beylerinin Nesturilerin son zamanlardaki faaliyetlerinden ciddi şekilde ürkmeleridir.

Amerikalı misyonerler Nesturiler için bir hizmet binası (okul, hastane) kurmuşlardı. Bu durum başta Nurullah Bey ve Bedirhan Bey olmak üzere diğer bütün Kürt beylerinde ciddi şüpheler oluşturmuştu.

Bu Kürt beylerinin bazıları, bu hizmet binasının Nesturileri Kürtlere karşı ayaklandıracak bir kale olduğuna inanıyorlardı. Kürtlerin böyle düşünmelerindeki neden bu binanın eski bir kalenin yanına yapılmasıydı.

Batılı devletler, Bedirhan'ı cezalandırması için Osmanlı'ya baskı kuruyor

Savaşa batılı devletlerin tepkisi gecikmedi. İngiliz, Fransız ve Rus konsoloslukları Osmanlı’yı mektup bombardımanına tutarak Bedirhan’ı durdurmalarını ve yaptıklarından dolayı cezalandırmalarını istediler.

Osmanlı hükümeti nihayet, biraz da batılı devletlerin ısrarıyla, harekete geçti. Osmanlı, ilk etapta bu işi barışçıl yollarla çözmeyi ümit ediyordu.

Bu amaçla Diyarbakır Valisi Hayreddin Paşa, Cizre’deki Nakşibendi şeyhlerinden Salih, İbrahim ve Azrail Efendilere Nisan 1847’de yazdığı mektupta, kendisinin de Nakşibendi tarikatı müritlerinden olduğunu, Bedirhan Bey’in de Nakşibendi tarikatına dâhil bulunduğunu işittiğini tarikat kardeşliği münasebetiyle Bedirhan Bey’e nasihat etmelerini ve Bedirhan’ı teslim olmaya ikna etmelerini istemiştir.

Fakat Bedirhan Bey’in ikna olmaya hiç niyeti yoktu. Hatta Osmanlı Devleti’yle savaşmaya can atıyordu. Bunu Anadolu Ordusu Komutanı Müşir Osman Paşa’nın raporundan takip edelim:

“…Kaymakam Ahmet Bey’in ifadesine göre, Bedirhan Bey, üzerine varılırsa savaşacağını söylemiştir.

Buna cevaben Ahmet Bey, ‘size iki gün mühlet veriyoruz, güzelce düşünün. Mühlet bitinceye kadar hakkınızda hasım muamelesi yapılmayacaktır.’ diye nasihat etmişse de, Bedirhan Bey, ‘mühlete hacet yoktur. Hemen bir saat evvel yapacağınızı yapınız, geleceğiniz varsa, göreceğinizde vardır. Benim Orak (Evrah olacak, M.M) adında sağlam ve kuvvetli bir kalem var. Siz değil üç kral gelse zapt edemezler. Takatim kesilinceye kadar sizinle dövüşeceğim. Nihayet, baş edemediğim halde, kaleme çekileceğim.’ diye cevap vermiştir…”

Bedirhan’ı ikna yoluyla teslim alamayacağını anlayan Osmanlı, büyük bir ordu kurmak için hazırlıklara başladı. Artık Mısır sorununu da halletmiş olan Osmanlı, bütün gücünü bu ordu için seferber edebilirdi.

Nitekim öyle de oldu; Urfa’dan Harput’a, Erzurum’dan Bağdat’a ve Musul’a, birçok yerden ordular çağrıldı. Oluşturulan bu muazzam ordu yaklaşık 35 bin kişiden oluşuyordu ve iki koldan harekete geçti. Sağ kanada Müşir Osman Paşa, Sol kanada ise Ferik Ömer Paşa komuta ediyordu.

Ferik Ömer Paşa komutasında 2 Temmuz 1847’de harekete geçen sol kanat ordusunun hedefi Van bölgesine hâkim olan Han Mahmut ve Abdal Han’ idi. Ferik Ömer Paşa, öteden beri asi olan bu iki Kürt beyini kısa sürede ele geçirdi.

Yakın Kürt tarihinde Kürt beylerinden Mîr-ê Botan: Bedirxan Beg; Emir Bedirhan; Yazı dizisi-2 Yakın Kürt tarihinde Kürt beylerinden Mîr-ê Botan: Bedirxan Beg; Emir Bedirhan; Yazı dizisi-2

İlk çarpışmada Bedirhan’ın kuvvetleri galip geldi

Bu arada ordunun sağ kanadına komuta eden Müşir Osman Paşa da Bedirhan Bey’i hedef alarak Diyarbakır üzerinden Botan’a yönelmişti.

Bedirhan, 35 bin kişilik tam teçhizatlı Osmanlı ordusuna, 15 bin kişilik sınırlı imkânlara sahip ordusuyla karşılık verecekti. Buna rağmen, ilk çarpışmada Bedirhan’ın kuvvetleri galip geldi. Bundaki en büyük etken, bölgenin dağlık olması ve Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye yabancı olmasıydı.

Bu yolla zaferi elde edemeyeceğini anlayan Osmanlı ordusu komutanı Osman Paşa, başka yollar aramaya koyuldu.

İHANET: Yezdanşêr

Tam bu sırada Bedirhan, hiç ummadığı bir olayla karşılaştı. Cizre’yi savunması için görevlendirdiği akrabası Yezdanşêr, Müşir Osman Paşa’nın vaatlerine kanarak saf değiştirdi ve Bedirhan’ın gözü gibi baktığı Cizre’yi Osmanlı güçlerine teslim etti.

Böylelikle Brütüs’ten beri süregelen ihanet geleneği burada da kendisini gösteriyordu. Bedirhan Bey, bu ihaneti ömrü boyunca unutmayacak, affetmeyecektir. Onun yanında kimse, Yezdanser’in adını zikr edemediği rivayet edilir.

Yezdanşêr’in Bedirhan’a İhanet etmesindeki en önemli etkenin kıskançlık olduğu anlaşılıyor. Yezdanşêr, Bedirhan’ın bir zamanlar babası Mir Seyfeddin’in vassalı durumundayken, şimdilerde Kürdistan’ın tek hâkimi olmasını içine sindiremediği görülüyor.

Kuzeydeki tüm birlikler, Cizre’nin tekrar alınabilmesi için seferber edildi

Bu arada Bedirhan, hiç beklemediği bir anda uğradığı ihanetin şokunu bir an önce atlatarak harekete geçti. Kuzeydeki bütün birliklerini Cizre’yi tekrar almak için seferber etti ve çok geçmeden Cizre’yi tekrar ele geçirdi. Ancak, bu durum uzun sürmeyecekti.

Bedirhan Bey'in ordusunda Kolera hastalığı baş gösterir

Zira, Bedirhan’ın ordusu, kuzeyde Osman Paşa’nın birlikleriyle yaptığı çarpışmalarda yorgun düşmüştü. Bununla birlikte, Bedirhan Cizre’ye girer girmez ordusunda şiddetli bir kolera hastalığı baş gösterdi.

Osman Paşa, Bedirhan’ın Cizre’yi tekrar almasına pek de üzülmüyordu. Aksine, bu beklediği ve İstediği bir durumdu. Zira, Cizre’yi dört taraftan sarması, Bedirhan’ı yakalaması için yeterliydi. Nitekim, öyle de oldu. Osman Paşa’nın, yeni kuvvetler ve erzak ikmali yapma gibi olanakları olmasına karşılık Yezdanşêr'in ihaneti yüzünden planlar değişmek zorunda kalınmış ve böylece Bedirhan’ın yeni kuvvetler ve erzak ikmali yapma gibi bir imkanı kalmamıştı.

Evrah (Ewrax) Kalesi! “3 kral gelse zaptedemezler

Savaşın kendi aleyhine geliştiğini gören Bedirhan, başkentini istemeyerek de olsa terk ederek, beş yüz kadar askeriyle 24 Temmuz 1847’de Evrah (Ewrax) Kalesi’ne sığındı.

Bedirhan, “üç kral gelse zaptedemezler” dediği Evrah Kalesi’nde ancak dört gün tutunabildi. Emir, kendisine Büyük Reşit Paşa’nın kaleminden çıkan amanname ile eğer teslim olup İstanbul’a gelirse canına, malına ve ailesine dokunulmayacağı hakkında bir mektup gönderildikten sonra, 28 Temmuz 1847’de teslim oldu. Çünkü Bedirhan, Yezdanşêr'in ihaneti yüzünden durumun değiştiğini ve savaşın kendi aleyhine döndüğünü görüyordu.

Böylelikle bağımsız bir Kürdistan hayaliyle başlayan Emir Bedirhan önderliğindeki bu büyük çaplı hareket bitirilmiş oldu.

Daha sonra Osmanlı Hükümeti bu isyanın bastırılmasında emeği geçenleri çeşitli şekillerde ödüllendirdi. Öncelikle, İsyanın bastırılmasından dolayı çıkarılan ferman bütün memlekette okunarak, padişahın memnuniyeti bildirildi.

Daha sonra, isyanın bastırılmasında payı olanlara “Kürdistan Madalyası” verildi. Bu madalya, 29 mm çapında, bir yüzünde padişahın tuğrası, öbür yüzünde kabartmalı bir dağ dizisi ve bunun yukarısında “Kürdistan “, altında “sene 1263” yazılı, altın ve gümüşten dört türlü olarak çıkarıldı.

İsyanın bastırılmasına en az Osmanlı yönetimi kadar -belki de daha fazla- sevinenler, tabii ki batılı devletler oldu. Osmanlı hükümeti, bu kez tebrik mesajlarına boğuldu.

İsyanı bastıran Osmanlı, bir nebze rahatladı ve bir daha benzeri bir durumla karşılaşmamak için bölgede yeni bazı idari yapılanmalara gitti. Bölgede “Kürdistan Eyaleti” adı altında bir eyalet kuruldu ve bu eyaletin valiliğine Musul Valisi Esat Muhlis Paşa atandı.

SÜRGÜN

“Bazı hedefler başarısız olmaya da değer”

Bedirhan Bey, yaklaşık yüz kişilik devasa ailesi ve iki yüz kişilik maîyetiyle birlikte 19 Eylül 1847’de İstanbul’a vardı. Çok geçmeden Sultan Abdulmecid, Bedirhan’ı huzuruna çağırdı. Ona isyan etmesinin nedenini sorunca, Bedirhan, sultana Ömer Hayyam’ın şu dörtlüğüyle yanıt verdi:

“Var mı dünyada günah işlemeyen söyle: Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle; Bana kötü deyip kötülük edeceksen, Ne farkın kalır benden söyle.”

Bu yanıt sultanın hoşuna gider; fakat, yine de bu Bedirhan’ın Girit’e sürgüne gönderilmesine mani olamaz.

Bedirhan Bey ve ailesi. Girit’in Kandiye şehrine 31 Ekim 1847’de vardılar. Girit’e gitmek İstemeyen ailesinden bir kısmı İstanbul’da kaldı. Bedirhan’ın şeyhi Abdulkuddus Efendi ve Şeyh Abdulgani de Girit’e gönderilenler arasındaydı.

Emir, Girit’teki yaşamına çabucak alıştı. Orada bir kısım emlak ve arazi aldı, yavaş yavaş kendisine bir mevki yaptı.

Bedirhan Girit’teki yaşamı boyunca bir nevi gözetim altında tutuluyordu. Kendisinin oradan kaçıp tekrar “tehlikeli işler” peşinde koşmasından korkuluyordu.

Fakat, zamanla Bedirhan, kendisinin bir daha Kürdistan’ı hiç göremeyeceğini anladıktan sonra Girit’i yeni yurdu olarak kabul etti.

Girit’te 1856’da çıkan Yunan ayaklanmasının bastırılmasında büyük rolü oldu. Bu vesileyle kendisine, Mir-î miranlık rütbesiyle Paşalık unvanı verildi. Ayrıca kendisine, eğer isterse İstanbul’a gelebileceği ve orada oturabileceği söylendi. Hatta, Anadolu tarafında olmamak kaydıyla, Rumeli tarafında, kendisine bir memuriyet (Rumeli Valiliği) verilebileceği de bildirildi.

Bedirhan Bey, on yıl kadar Girit’te oturduktan sonra İstanbul’a gelmeyi kabul etti. Burada yaklaşık sekiz yıl kaldıktan sonra, ömrünün son yıllarını geçirmek üzere Şam’a gitti. Birkaç yıl sonra, 1869’da fırtınalı yaşamı son buldu.

BEDİRHAN BEY'İN VASİYETİ

Botan Mir’i Bedirhan Bey vefat ettiğinde, geride 62 kişilik bir aile bıraktı. 4 hanımı, 21 oğlu, 21 kızı, 10 torunu vardı.

Emir, vefatından önce bütün çocuklarını yanına çağırarak, onlara vasiyetini açıkladı. Vasiyeti şöyleydi:

“Hepiniz evlerinizde çocuklarınızla Kürtçe konuşun; eğer onlarla Kürtçe konuşmazsanız Kürtçe’yi unutursunuz; Kürtçe’yi unutursanız Kürdistan’ı da unutursunuz; Kürdistan’ı unutan benim evladım değildir.”

Bedirhan Bey'in kişiliği

Bedirhan Bey, Kürdistan tarihinde eşine az rastlanır biçimde, bütün Kürt beylerinin hakimiyeti altına alabilecek kadar otorite sahibi ve zekiydi.

Hırslıydı, döneminin en büyük devletlerinden olan Osmanlı’dan toprak koparmak isteyecek kadar. Bir o kadar da hayalperest; Van Gölü ile Karadeniz’i Süveyş Kanalı benzeri bir kanalla birleştirme düşü kuracak kadar.

Uğruna on binleri öldürecek kadar ve görev saatlerinde bile zikir yapacak kadar dinine bağlıydı. Osmanlı ordusu gibi güçlü bir orduyu defalarca yenebilecek kadar iyi bir askerdi.

Kendisini ve ülkesini ziyaret eden batılı gezginlerin hepsini şaşırtacak derecede yönetim işinde başarılıydı.

Bu noktada Bedirhan Bey’in değinilmeden geçilemeyecek bir özelliği de, onun karizmasıdır. Wadie Jwaideh kitabında Bedirhan Bey’in kişiliğinin, Max Weber’in karizmatik lider tanımına tam anlamıyla uyduğunu belirtir

Bedirhan Bey’in, hiçbir zaman birlik olamamalarıyla ünlü Kürt beylerini kısa sürede tek bir çatı altında toplayıp bir tür konfederasyon kurması, onun karizmatik kişiliğinin bir göstergesidir.

SONUÇ

Mir Bedirhan, hiç şüphesiz, Kürt tarihinin en renkli ve önemli şahsiyetlerinden biridir.

Onun bu önemi, sadece Kürt tarihindeki ilk başkaldırıya önderlik etmesinden değil, aynı zamanda Kürt tarihinde eşine az rastlanır biçimde büyük bir alanı hakimiyeti altına alması ve hükmettiği bölgede her anlamda birliği sağlayabilmesinden de kaynaklanıyor.

Bedirhan Hareketi kimilerinin iddia ettiği gibi feodal nitelikli bir hareket değildir. Bu ayaklanmayı diğer aşiret liderlerinin kendi konumlarını güçlendirmek için çıkardıkları ayaklanmalardan ayrı tutmamız gerekir.

Çünkü, bu tür ayaklanmalarda, aşiret liderleri, diğer komşu aşiretleri kendisine rakip olarak görür ve öncelikle bunlarla mücadeleye girer. Oysa Bedirhan’ın ayaklanmasında bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Bildiğimiz gibi, Bedirhan’ın ayaklanmadan önce yaptığı ilk iş, diğer aşiret liderleriyle bir “Kutsal İttifak” imzalamasıdır.

Bu da gösteriyor ki, Bedirhan Bey hareketi aşiretler üstü (ulusal) bir hareketti.

Bedirhan ayaklanmasının tam da tüm dünyada ulusal başkaldırıların ortaya çıktığı bir dönemde cereyan etmesi bir tesadüf değildir. Bu bağlamda, bu ayaklanmayı, öncesindeki feodal Kürt beylerinin çıkardığı ayaklanmalarla bir tutmak yanlıştır.

Bedirhan Bey, öldükten sonra, geride bıraktığı ailesi de boş durmamıştır. Torunları, Bedirhan’ın vasiyetini yerine getirdi mi bilinmez; ama en azından birinci kuşak torunları için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Zira, 1898’de Kahire’de çıkan ilk Kürtçe gazete “Kürdistan”ı, Bedirhan Bey’in oğlu Abdurrahman çıkarmıştır. Yine Bedirhan’ın torunlarından Celadet Ali Bedirhan (Emin Ali Bey’in oğlu) ilk Kürtçe latin alfabesini çıkarmıştır.

Kaynak: HABER MERKEZİ