Toplumun nabzını tutarken damarlardan kan geçtiğini sanırız. Hâlbuki insanın görünürdeki hayatının temel taşı kan iken onursal hayat bütünlüğünü ifade eden bazı değerler söz konusu olur. Onur demişken onu tanımlamanın konunun anlaşılması için olmazsa olmaz gereklilik olduğunu düşünüyorum.

Nedir bu onur? Bu kelime kimimizin yalnızca bir insan adı olarak havsalasında yer alırken kimimiz için de aile ve ona dâhil olan her parça, kimimiz için mal-mülk, kimimiz için para ve kimimiz için tümüdür. Peki, bir akarsu gibi her an elimizden kayıp kaybolma ihtimaline esir olan tüm bu saydıklarım mı onurdur yoksa hepsini kendi içerisinde barındıran kapsamlı bir ahlak meyvesi midir?

Aklınızı çok da meşgul etmeden önce gündemimize her insanın –onur nöbeti- görevinin başladığı Filistin konusuna değinirken canınızı sıkmak mecburiyetindeyim. Çünkü sahibinde dahi misafir olarak duran bu tatlı dünya hayatının ötesinde düşünülesi bir konudur. Ben Filistin derken mahallede diğer çocuklar tarafından haksız yere dövülen çocuğunuzu, siz tarlada değilken suyunun kesilmesine itiraz eden işçinizin dayak yiyişini, işyerinizin ve evinizin birileri tarafından basılışını, yandaki parseli aldı diye yeni tarla sahibinin size ait olan kısma da zorla sahip olmaya çalışmasını anlayın. Neden mi böyle tabir ettim, çünkü bize göre onur sadece bu tür şeyler gibi görünürken konuya yine bu şekilde yaklaşırsak gerekli bağlamı kurabiliriz. Onur dediğimiz konu süreklilik arz etmesi gerekirken bizde dünya menfaatimizin incindiği yerde başlar ve kurtulduğu yerde de artık düşünmeye değer bulmayız.

Gazze halkı özelinde ama dünyadaki tüm zulüm gören insanların genelinde söylüyorum; mazlumu koruma onurunu neden sahiplenmiyoruz? 1948 yılından bu yana bir haşerenin kemirmesi gibi azar azar gasp edilen bu toprakların oluk oluk içilen bu kanın çocuğumuzun ağlaması, işçimizin yediği bir tokadı ve tarla sınırımızın birkaç santim kayması kadar önem arz etmiyorsa kendimizi sorgulamamız gerektiğinin zamanının gelip geçtiğini söylemek zorundayım. Yoksa kendimize ait tüm bu değerleri korumamızın arkasında onur kutsalını koruma isteği değil de gizli bir –kibir- duygusunun yattığını söyleyebilir miyiz? Belki de bahsetmekten çekindiğimiz ve tüm toplumsal problemimizin arkasında bu –kibir- duygusu yatıyor olabilir.

Bu kibir duygusu Gazze’yi savunmak için içimizde bir ateş yakmıyorken havadaki bir su molekülü kadar ağırlığı olmayan konular için ise birbirimize neden kolayca zarar verdiğimizi düşünmemizin çalar saatini duymuyor muyuz? Birçok ortak noktamızdan biri olan toprağa an be an yaklaştığımız bu süreçte heybemize bazı şeyleri ekleyip bazı şeyleri çıkarmamız gerektiği konusunu düşünmeliyiz. Nefreti bırakıp şefkati, vurdumduymazlığı bırakıp önemsemeyi, kibri bırakıp haksızlığını itiraf etmenin erdemini almalıyız. Bunları yaptığımız zaman Gazze’nin yanında olmanın onurunu anlayabiliriz. Kabil’i çepeçevre saran –kibir- duygusunun esiri oldukça mazlumu koruma şerefinin muhatabı olacağımızı sanmıyorum.