Günümüzde "asalet" denildiğinde akla ilk gelen, şatafatlı malikaneler, lüks arabalar veya gösterişli unvanlar olabiliyor. Oysa gerçek asalet, maddiyatın çok ötesinde, insanın özünde saklıdır. Çünkü asalet para ile satın alınamaz; o, insanlığın, merhametin, sevginin ve saygının bir yansımasıdır.
Tarih boyunca gerçek asalet, kralların taçlarında değil, fakirin elinden tutan bir şefkatli elde, haksızlığa uğrayanın hakkını savunan bir dilde, affetmenin enginliğinde kendini göstermiştir. Hz. Mevlana’nın dediği gibi, "Asalet başta değil, davranıştadır." Bir insanın soyu ne kadar soylu olursa olsun, eğer yüreği merhametten yoksunsa, bu asalet iddiası boş bir gururdan ibarettir.
Asaletin bir diğer kaynağı da aile terbiyesidir. Çocuğa küçük yaşta verilen saygı, hoşgörü ve adalet duygusu, onun karakterine işler. İyi bir terbiye, insana "insan olduğunu" hatırlatır; güçlüyken bile alçakgönüllü, zayıfken onurlu olmayı öğretir.
Peki ya bağışlamak? Belki de asaletin en büyük sınavıdır bu. Gücü yetip de affetmek, intikam ateşiyle yanıp tutuşacakken, "Yeter!" deyip insanlığı seçmek... İşte bu, gerçek bir asalet nişanesidir.
Gün gelir, servetler tükenir, unvanlar unutulur; geriye kalan, insanın yüreğindeki iyilik ve bıraktığı güzel izlerdir. Dolayısıyla asalet, bir aileden miras kalsa bile ancak erdemle taçlandırıldığında anlam kazanır.
Öyleyse şunu unutmayalım: Asalet, insanın soyadında değil, yüreğinin sesindedir. Onu parayla satın alamazsınız; ancak yaşayarak hak edersiniz.